1 Temmuz 2011 Cuma

Bir nefes, hayat.

Bu kez mizahın ciddiyetinden uzak olarak:


Yaşam denilen şey gündelik hay huyun içinde akıp giden zaman, bizim hayat dediğimiz... Oysa aynı zamanda şu köy evlerinde insanın ferah feza nefes alması için düşünülmüş yer vardır, hayat derler ona da. Hani uzun bir günün sonunda, her hangi bir sebepten bunaldığı bir anda, belki işlenirken bir şeyle, ya da hiç bir şey düşünmeden sadece nefes aldığı yerin adı olan. Kelimeyi bu anlamıyla ilk duyduğumda biraz garipsemiştim, sonra anlamı demlenince zihnimde pek bir sevmiştim, yakıştırmıştım. Genel kullanımda hayat, bizim de çoğu kez farkında olmadan, sürgit yaşadığımız olana verdiğimiz ad diğer taraftan. Zihnimizde böyle yer etmiş. Bu durum bana sanki hayatın içinde de aldığımız nefesi farketmeden, giderek tıknefes halde koşuşturup, ölüme doğru gidiyor oluşumuzu hatırlattı.


Bu hatırlama, hayata dair olanı yeniden, bir kez daha gözden geçirmeme sebep. Aslına bakarsanız, ülke dediğimiz bu sınırlandırılmış topraklarda, onun ötesindeki diğer sınırlandırılmış topraklarda, yekününde yeryüzündeki çoğu yerde yaşanagelenlere tanık olmak. Bu olan bitenlerin talihsiz tanığı olmak... İçim daraldı, nefes alasım geldi. Belki hayatın üstüne düşünürken, ‘hayat’ı hatırlamama sebep olan bu.


Kültürümüzde, bir olaya tanık olunduğunda “aman karışmayalım, şahit yazarlar neme lazım” derler. Görmezden gelmeye alıştırmıştır insanımız kendini olana bitene. Oldum olası muktedirin zulmünden çekinir. Tarihi boyunca bu topraklarda görünür oldukça, olmak istedikçe kafası ezilmiştir çünkü. Kendini oyalar hayat gailesi ile, günü kurtarır, işini bilir. Fazla beklentisi yoktur, ama yan cebini de boş bırakmaz. İnsanın hamurudur bu, suçlamamak gerek aslında. Herkes hayattan beklentisi doğrultusunda, ya da hayatın kendine sundukları ile yaşayıp gider bu ömrü.


Bu ülkede her gün onbinlerin, yüzbinlerin hadi miktarın ne önemi var insanların, varoluşlarına dair ciddi sorunları olduğunu görüyorum. Kendileri olarak görünür olmak istiyorlar, var sayılmak istiyorlar. Muktedir ise kıyasıya yok sayıyor, görünür olmamaya zorluyor insanları. Bunu yaparken tam bir muktedir gibi davranıyor. Elinden geleni ardına bırakmadan, ama ardında kanıt bırakarak yapıyor. Ulu orta yapıyor, açık açık yapıyor, bilinenin tersine gözün görüp gönülün katlanacağını gösteriyor. Göz görüyor, başını çeviriyor, kapısını kapatıyor, perdesini çekiyor. Şahit yazmasınlar yeterki. Muktedirden yana olduğu sürece garantide hissediyor kendini, geleceğini. Ne yanılgı...


Ortalık toz duman, ortalık gaz duman. “Elinde bir çekiç varsa bütün sorunlar çivi gibi görünür” sözü, elinde gaz olan muktedirin insanları nasıl gördüğü konusunda beni oldukça düşündürüyor. Hayır niyetim söz oyunları ile ironi yapmak değil. Beni düşündüren, insana uygulanan bu şiddetin, böceklere karşı insan bilinçaltında yer eden o iğrenme ve korkma karışımı davranışla benzerlik gösteriyor olması. Daha doğrusu, bir grup insanın, diğer insanları insan vasfından soyutlayarak acımasızca sindirmeye, yok etmeye çalışması. Bunun dışında kalanların da bunu normalleştirme çabası. “Ama onlar da...” diyerek. Onlar kim? Sayısı on’larla ifade edilenler mi? Azınlık mı? Bu mudur bilinçaltı kodlarımız? Ne yazık...


Hiç gaz ‘yemedim’. Ama insanlar gazdan boğuldukça, şahitlikler dillendikçe, empati duygum benim de boğuluyor gibi hissetmeme neden oluyor. Kuru, acı tozun ciğerlerime dolup, bedenimi nefessiz bırakırken, nasıl can havliyle hareket ettiğimi hayal ediyorum. İnsan kendi canının derdine düştümü, ne diğeri kalır, ne toplum, ne ana, ne kardaş. Belki bir tek evladını korur insan böyle bir kıyametin ortasında. Bunun insan psikolojisinde yaratacağı etkiyi çok iyi biliyordur muktedirler. O yüzden hayasızca kullanıyorlar ellerindeki silahı, görünür olanı dağıtmak için. Ne acı..


Toplum mühendisleri, mühendisçe yaklaşıyorlar insana. Sistem kendi işleyişini aksatacak hiç bir şeye izin vermiyor. Hayalimde canlanan; grift çarklardan oluşan, tıkır tıkır çalışan, insanın yanında önemini yitirdiği devasa makina. Bir çok filmde metaforik anlatımlarla karşımıza çıkan o dev makina. Diğer yandan dişlilerin arasına atılan tahta bir terlik. Çarkların arasına sıkışıp çalışmasını engelleyen. Hani şu ‘sabo’ denilen. Dildeki ‘sabotaj‘ kavramının nesnesi. Zihnimizde olumsuz, korkunç, tehlikeli olan bir kavram sabotaj. Düzen içinde işleyeni engelleyen, işlemez hale getiren. Her daim belki de muktediri tedirgin eden. Bu günlerde empati duygusu bir sabo haline dönüşür mü diye soruyorum kendime, umut ediyorum. Bir sabo bırakılabilecek mi, dişlilerin arasına? İnsanı, hayatı öğüten bu dev makina sabote edilebilecek mi, insan olmanın onuruyla?


Hayat; nefes aldığımız yer. Aldığımız nefesin farkında olarak, her anının içinde var olmayı hakettiğimiz. Hepimizin özgürce nefes alabileceği, bunun kimsenin tasarrufunda olamayacağı yer, hayat.