1 Ocak 2013 Salı

Bilinçler altında yirmi bin timsah.
Kaptan Pilot Ergin ( Baron von Flügel), seferden dönmenin ve sevdiceği Nalan'la (Hülya Koçyiğit) buluşacak olmanın tatlı heyecanı içinde Yeşilköy Hava Limanı'nın önündeki şipşakçıya poz verirken gülümsüyordu. Ama fotoğraf tab edildiğinde, yanbaşında siyah beyaz bir görüntü olduğunu hayretle müşahade etti. Dikkatle bakınca hatırlamaya başladı. Bu şahıs, geçmişte zaman zaman rüyalarına girip onun biliçaltını hallaç pamuğu gibi atan Aksakallı Dede'ydi. Rüyalardan birinde Dede, işin bokunu çıkarıp Ergin'in mesleki kariyeri konusundaki manipülasyonlarını abartınca aralarında çıkan tartışma kısa sürede kavgaya dönüşmüş, Ergin,  Dede'ye fena halde girişmiş ve onu tekme tokat rüyasından kovmuştu.
Darp olayı polisin dikkatinden kaçmamıştı.  Ergin, mahalle karakolunun komiserine (Hulusi Kentmen) verdiği ifadede,  şöyle demişti. ‘Efendim, bizde büyüklere el kalkmaz, lakin bu şahıs benim aklımı karıştırmaya çalıştı. Beni sürekli başka başka işler yapmak isteyen biri olduğuma inandırmak için binbir dolap çevirdi. Sabah bir uyanıyorum, kendimi tiyatroda aktör olarak buluyorum, ertesi gün bir bakıyorum televizyonda haber spikeriyim, sonra  kendimi bir dizide kötü adam rolünde ya da stüdyoda kulaklıklarını takmış bir radyo yapımcısı olarak buluyorum. Hangi birini sayayım komiserim, hat sanatına merak sarıp hattat olduğumu mu, ney yapım atölyesinde üretim yapıp,  ney üfleyip ders verdiğimi mi ? Hatta bir keresinde denizcilik belgesi alıp, aşçı olarak bir yata girdiğime ve bütün yaz Ege’de  o ada senin, bu ada benim dolaştığıma inandırdıydı beni.  Bu kadarla da kalmadı deyyus.  Ney ile yetinmemişim, bir de trompet öğrenmişim ve Roman bandosunda çalmaya başlamışım, hızımı alamayıp Balkanlar’a doğru geziye çıkmış, Makedonya’ya kadar gidip oranın müzisyenleriyle müzik yapmışım.  Sonra da Makedonca kursuna yazılmışım ki, bir dahaki gidişimde Makedon kızlarına daha rahat yazılabileyim. Bu ne komiserim ya...
Hulusi Kentmen, düşünceli bir ifadeyle bıyıklarıyla oynarken sordu.
- Peki evladım, sen bunların gerçek olmadığını nasıl farkettin de adamı hastanelik ettin? Adam iş göremez diye rapor almış adli tıptan. Uzun süre rüyalara giremeyecekmiş. Rüyaya girme yeteneğini kaybettiği için uyku polikliniklerinden  gelen yığınla şikayet mektubu da dava dosyasına kondu. Bu, senin işini zorlaştıracak, benden söylemesi. Adam, ıkına sıkına ancak bazı fotoğraflara girebiliyormuş sadece, o da siyah- beyaz.
- Amirim, ben buraya kadar olanları yine de sineye çekerdim, hani olmaz ama,  hadi biraz hayal gücü yardımıyla inandırıcı bulabilirdim.  Ancak...
Hulusi Kentmen, ‘inandırıcı ‘ lafını duyunca  bıyklarının altından patlayan gülme refleksine engel olamadı ve ‘puufffff’  diye bir ses çıkardı. Sonra kendini güçlükle toparlayarak ‘Eee?... Ancak ?...’  diyebildi.
- O en son manyaklığını duyunca amirim, ben mevzuya uyandım.  Ben uzun metraj film oyunculuğu falan da yapmışım bu arada., tövbe est... neyse sonra  aikidoya merak salıp  bilmem kaçıncı Dan, siyah kuşak aikidocu olmuşum.
Ergin bunları anlatırken, bir yandan da Hulusi Kentmen’in  yüzündeki  mimikleri inceliyordu. Dede’nin  bu çılgın, uçuk yalanları söylediğine komiserin ikna olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Anlatmayı sürdürdü.
-Benim gözler biraz çekik amirim, dikkatinizden kaçmamıştır. Bu aksakallı yavşak da herhalde ben uyurken suratımı inceleyip, rüyaya girmeden önce senaryosuna gereken malzemeyi topluyordu. Ama insanda da biraz hayal gücü olur, biraz inandırıcılık olur. Gözler çekik diye aikidocu yaptın beni, onu da anladım, ama Çin Halk Cumhuriyeti’nden iki hafta ney üflemek üzere teklif aldığımı, hemen sonra da Japonya’da  bir illüzyonistin gösterisinde üç ay boyunca ney  üfleyeceğimi söyleyince bende film koptu. Odunu kaptığım gibi daldım ben buna, bastonuyla bir iki hamlemi savuşturdu ama yine bu şahsın beni daha önce ikna ettiği üzere Hattori Hanzo’yu nasıl kullanacağımı biliyor gibiydim. Bu bilgiyi hatırlayınca şahsı rüyamın dışına atmam  hiç zor olmadı.
Hulusi Kentmen ‘çüüüşşşşhhh... artık’ diye iç geçirdi.
- Bak evlat, dedi tatlı sert bir ses tonuyla. Bu adamın seni şizofreniye itmeye çalıştığı çok açık. Dolayısıyla hafifletici sebeplerin var. Ben, bu dosyayı bir şekilde kapatırım, lakin bu olanları kanıtlayabilir misin ?
Bu kez Ergin ‘Kanıtlamak mı ? Ohhhhh....aaa’ diye içlendi.
- Kanıtlayamam amirim, ama şahit gösterebilirim isterseniz. Hippi Efendi var bizim, o benim bütün bunları yapmış olamayacağıma şahitlik edecektir.
- Hmmm, dedi Hulusi Kentmen, iyi, yarın getir o Hippi Efendi’yi, bir konuşalım.
- Amirim, sizin rüyanızda mı buluşalım, benimkine zahmet eder misiniz ?
- Yok, yok, yine burada, Hippi Efendi’nin rüyasında buluşalım. Malum evrak işleri, rüyalar arasında yazışmalar vakit alabiliyor. Peki, çıkabilirsin Ergin.
Ergin tam çıkmak üzereydi ki, Hulusi Kentmen, ‘Yahu’ bu delibozuk az kalsın Hugo’yu da senin üzerine yıkacakmış.’ dedi ve  ‘ Hoh hoh hooo...’  diye babacan bir kahkaha patlattı.
-Victor Hugo mu komiserim?
-Yok be evladım. Gerçi bizim zamanımızda yoktu ama, o garip çocuk oyunu Hugo’yu televizyonda senin seslendirmiş olduğunu da iddia etse şaşırmam artık.
Ergin komiserin odasından dışarı çıktı.  ‘Bizim zamanımızda  yoktu’ cümlesini kafasının içinde evirip çevirirken  ‘Hugo ne ya, hay ben Hugo’nun ta....’ diye söylendi.  ‘Ne biçim bir şeye bulaştırdın beni  Hippi Efendi?  ‘Hay ben senin de ta...’ diye kendi kendine konuşarak  Kemeraltı’nın sokaklarında gözden kayboldu.
Yazarın notu. Hiç bir hikaye, gerçekler kadar şaşırtıcı olamaz.