12 Eylül 2014 Cuma

Can Dostu

Geçmişten günümüze bir iddia vardır Kordelya hudutları içinde: “Cana yakın kişiler, can dostu olarak bilinirler” diye. Buna istinaden diyebiliriz ki, kişinin can dostu olması demek, insanevladının ballı olduğunun, ve “tanrı yok ama bir güç olduğuna inanıyorum”daki gücün ona kıyak geçtiğinin kanıtı demektir. Kıymetini bilmelidir. “Canını seveyim” derler ya, hah can dostu olan kişi canını sever, sevmelidir de. Canının kıymetini bilir, bilmelidir de. Velevki bilmedi n’olur? En hafifinden bir kere o kişinin canı sıkılır. Bununla kalır mı? Kalmaz ay hilâlse bu kişi hüzne gark olur, eğer dolunaysa daha fena, asabı bozulur sinirsek olur; hayatı sorgular, sağa sola sarar, allah muhafaza başıbozuk birine denk gelir de hır çıkarır. Bu yüzden canına düşkün isen, canını sıkmayacaksın, seveceksin.

İnsanın can ile ilişkisi salt bir gönül ilişkisi değildir dostlar. Hayatın akışında an gelir insan canıyla oynar. Kişi canıyla oynamasını bilmelidir, çünkü canla oynamak kadar zevkli bir şey yok desek yeridir. Can ile oynamanın neresi zevkli demeyin, yoksa canbazların kalbini kırmış olursunuz istemeden. Hele bir oyunlar oynayın da görün, zevklimi değilmi. Oynanan oyunlarda can insana level atlattırır en başta, bonus kazandırır. Gün gelir ulusal coğrafyada senden mutlusu az bulunur; gün olur galaksiler arası ralli yaparsın, gün olur antik bir uygarlığın tapınak kalıntılarında kadim bilgileri öğrenirken bulursun kendini, bir bakmışsın Antarktika’da imparator penguenlerle geyik muhabbetindesin; kapı çalınır oyunun en heyecanlı yerinde açarsın bir satıcı Peter adında. Trençkotu ve şapkasıyla kahkaha pazarlamaya çalışır durduk yere. Böyle böyle mutluluğun haritaları çıkartılır serilir masaüstüne, maceradan maceraya koşulur. Hayali cihana değer derler ya, cihanlardan cihan beğendirir insana bu can, hangisini istersen oraya götürür ruhunu, ne kadar teşekkür etsen azdır yaşattıklarına. İnsanın canına minnet böyle bir şeydir işte, siz başka türlü bildiyseniz yanlış bilmişsiniz demektir.

İnsanın can evi vardır bilirsiniz, pek kıymetlidir hani. Can dostu olanların can evi kıymetli olmanın ötesinde beş çayları eşliğinde hayata dair sohbetlerin edildiği yarı kutsal bir mekandır aynı zamanda. Çoğu kez çaylar biraya, kurabiyeler peynire ve turşuya, nihayetinde biralar rakıya, insanlar da maymuna evrilerek Darwin’in tezi üzerindeki boşluklar ortaya serilir. Duvardaki University of La Folla Berry Gelle diplomasının hakkını verir ortamdaki bilimsel konuşmalar. İnsanın canına okumak böyle bir şeydir ve ancak bu medresede tedrisat görenlere ve mezuniyet hakkı kazannanlara sağlanan bir imtiyazdır. Yolunuz düşerse diye not düşeyim adresini, Nirvana Apt. Kat: Mandu, Aksoy Dükalığı, Kordelya.

Bunlarla kalır mı? Kalmaz. İnsanın can yoldaşı oldumu, yol yordam öğrenir. Can kuşunun şarkılarını can kulağıyla dinlemeyi öğrenir. Hayatın inceliklerine dair, nezakete dair ilim sahibi olur; sırça köşklerde, pamuklar arası kumpanyalarda latif eserler sahnelemeyi becerir olur, çünkü hep bunlar insanın canına değer.

Cansız hayat, adı üstündedir cansızlaşır, renksizdir, kurudur. Seni görüp de halinden anlayan sorar hemen, “hey dostum canına mı susadın alla sen?” “Evet ya!” dersin gözlerin kocaman, en azından bir iki feys alayım diye idareten, oturursun ekranının karşısına. Biri seni farketmedi, sen de durumuna geç uyandıysan vay haline. Can havliyle damardan, üstelik canı pahasına Akheneton verirler de ancak toparlarsın mazallah. 


Gün olur (ki rivayet senenin dokuzuncu ayının onikinci gününe yakın günlerdendir) “hah bu tam can dostuma uygun bir hediye” diyeceği bir şey görür çarşıda dolaşırken insan. Bak bu iyi denk geldi yoksa canıma ot tıkardım görmeseydim dersin. “Yalnız bak o canına değil çanınadır dostum, bilelim doğru kullanalım” der bilmiş iç ses. “Sen gel bir çengel yüzünden madara etme kendini, en azından deyimleri doğru kullan. Meydanı boş buldun diye yazmak kolay. Hem hediye dediğin şey zaten birbirine bu hayatta hediye olmuş canların, yine birbirlerine verdikleri sembolik bir nesnedir, yoksa nedir. Asıl maksat canı gönülden bir kutlamadır, gerisi laf-ı güzaftır, laf ebeliğidir.” “Haklısın hacı” dedim iç sesime, “zaten dünyaya gözünü laf ebeleri arasında açan kişiden de ne beklenir. İki kelimeyi kurcalamadan peşpeşe getiremez oldum hafız, acaba doğum sırasında kordon dolandı da oksijen mi gitmedi” diye sordum. “Nereden bileyim la!” dedi kabalaştı bi an, “doğum kordonda dolaşırken mi oldu, hava mı kirliydi, ne diyon, ne oldu? Anlamadım ben dediğini, boşver takma kafana cancağızım” dedi “hem ne demiş atalarımız:  Ne can çıkar ne de hayhuy.” “Haklısın üstad” dedim, “kılavuzu ebe olanın canı burnundadır zaten”.