Kaptan Pilot Ergin ( Baron von Flügel), seferden dönmenin ve
sevdiceği Nalan'la (Hülya Koçyiğit) buluşacak olmanın tatlı heyecanı içinde
Yeşilköy Hava Limanı'nın önündeki şipşakçıya poz verirken gülümsüyordu. Ama
fotoğraf tab edildiğinde, yanbaşında siyah beyaz bir görüntü olduğunu hayretle
müşahade etti. Dikkatle bakınca hatırlamaya başladı. Bu şahıs, geçmişte zaman
zaman rüyalarına girip onun biliçaltını hallaç pamuğu gibi atan Aksakallı
Dede'ydi. Rüyalardan birinde Dede, işin bokunu çıkarıp Ergin'in mesleki
kariyeri konusundaki manipülasyonlarını abartınca aralarında çıkan tartışma
kısa sürede kavgaya dönüşmüş, Ergin, Dede'ye fena halde girişmiş ve onu tekme tokat
rüyasından kovmuştu.
Darp olayı polisin dikkatinden kaçmamıştı. Ergin, mahalle karakolunun komiserine (Hulusi Kentmen) verdiği ifadede, şöyle demişti. ‘Efendim, bizde büyüklere el kalkmaz, lakin bu şahıs benim aklımı karıştırmaya çalıştı. Beni sürekli başka başka işler yapmak isteyen biri olduğuma inandırmak için binbir dolap çevirdi. Sabah bir uyanıyorum, kendimi tiyatroda aktör olarak buluyorum, ertesi gün bir bakıyorum televizyonda haber spikeriyim, sonra kendimi bir dizide kötü adam rolünde ya da stüdyoda kulaklıklarını takmış bir radyo yapımcısı olarak buluyorum. Hangi birini sayayım komiserim, hat sanatına merak sarıp hattat olduğumu mu, ney yapım atölyesinde üretim yapıp, ney üfleyip ders verdiğimi mi ? Hatta bir keresinde denizcilik belgesi alıp, aşçı olarak bir yata girdiğime ve bütün yaz Ege’de o ada senin, bu ada benim dolaştığıma inandırdıydı beni. Bu kadarla da kalmadı deyyus. Ney ile yetinmemişim, bir de trompet öğrenmişim ve Roman bandosunda çalmaya başlamışım, hızımı alamayıp Balkanlar’a doğru geziye çıkmış, Makedonya’ya kadar gidip oranın müzisyenleriyle müzik yapmışım. Sonra da Makedonca kursuna yazılmışım ki, bir dahaki gidişimde Makedon kızlarına daha rahat yazılabileyim. Bu ne komiserim ya...
Darp olayı polisin dikkatinden kaçmamıştı. Ergin, mahalle karakolunun komiserine (Hulusi Kentmen) verdiği ifadede, şöyle demişti. ‘Efendim, bizde büyüklere el kalkmaz, lakin bu şahıs benim aklımı karıştırmaya çalıştı. Beni sürekli başka başka işler yapmak isteyen biri olduğuma inandırmak için binbir dolap çevirdi. Sabah bir uyanıyorum, kendimi tiyatroda aktör olarak buluyorum, ertesi gün bir bakıyorum televizyonda haber spikeriyim, sonra kendimi bir dizide kötü adam rolünde ya da stüdyoda kulaklıklarını takmış bir radyo yapımcısı olarak buluyorum. Hangi birini sayayım komiserim, hat sanatına merak sarıp hattat olduğumu mu, ney yapım atölyesinde üretim yapıp, ney üfleyip ders verdiğimi mi ? Hatta bir keresinde denizcilik belgesi alıp, aşçı olarak bir yata girdiğime ve bütün yaz Ege’de o ada senin, bu ada benim dolaştığıma inandırdıydı beni. Bu kadarla da kalmadı deyyus. Ney ile yetinmemişim, bir de trompet öğrenmişim ve Roman bandosunda çalmaya başlamışım, hızımı alamayıp Balkanlar’a doğru geziye çıkmış, Makedonya’ya kadar gidip oranın müzisyenleriyle müzik yapmışım. Sonra da Makedonca kursuna yazılmışım ki, bir dahaki gidişimde Makedon kızlarına daha rahat yazılabileyim. Bu ne komiserim ya...
Hulusi Kentmen, düşünceli bir ifadeyle bıyıklarıyla oynarken
sordu.
- Peki evladım, sen bunların gerçek olmadığını nasıl farkettin
de adamı hastanelik ettin? Adam iş göremez diye rapor almış adli tıptan. Uzun
süre rüyalara giremeyecekmiş. Rüyaya girme yeteneğini kaybettiği için uyku
polikliniklerinden gelen yığınla şikayet
mektubu da dava dosyasına kondu. Bu, senin işini zorlaştıracak, benden
söylemesi. Adam, ıkına sıkına ancak bazı fotoğraflara girebiliyormuş sadece, o
da siyah- beyaz.
- Amirim, ben buraya kadar olanları yine de sineye çekerdim,
hani olmaz ama, hadi biraz hayal gücü
yardımıyla inandırıcı bulabilirdim. Ancak...
Hulusi Kentmen, ‘inandırıcı ‘ lafını duyunca bıyklarının altından patlayan gülme refleksine
engel olamadı ve ‘puufffff’ diye bir ses
çıkardı. Sonra kendini güçlükle toparlayarak ‘Eee?... Ancak ?...’ diyebildi.
- O en son manyaklığını duyunca amirim, ben mevzuya
uyandım. Ben uzun metraj film oyunculuğu
falan da yapmışım bu arada., tövbe est... neyse sonra aikidoya merak salıp bilmem kaçıncı Dan, siyah kuşak aikidocu olmuşum.
Ergin bunları anlatırken, bir yandan da Hulusi Kentmen’in yüzündeki
mimikleri inceliyordu. Dede’nin
bu çılgın, uçuk yalanları söylediğine komiserin ikna olup olmadığını
anlamaya çalışıyordu. Anlatmayı sürdürdü.
-Benim gözler biraz çekik amirim, dikkatinizden kaçmamıştır.
Bu aksakallı yavşak da herhalde ben uyurken suratımı inceleyip, rüyaya girmeden
önce senaryosuna gereken malzemeyi topluyordu. Ama insanda da biraz hayal gücü
olur, biraz inandırıcılık olur. Gözler çekik diye aikidocu yaptın beni, onu da
anladım, ama Çin Halk Cumhuriyeti’nden iki hafta ney üflemek üzere teklif
aldığımı, hemen sonra da Japonya’da bir
illüzyonistin gösterisinde üç ay boyunca ney
üfleyeceğimi söyleyince bende film koptu. Odunu kaptığım gibi daldım ben
buna, bastonuyla bir iki hamlemi savuşturdu ama yine bu şahsın beni daha önce
ikna ettiği üzere Hattori Hanzo’yu nasıl kullanacağımı biliyor gibiydim. Bu
bilgiyi hatırlayınca şahsı rüyamın dışına atmam
hiç zor olmadı.
Hulusi Kentmen ‘çüüüşşşşhhh... artık’ diye iç geçirdi.
- Bak evlat, dedi tatlı sert bir ses tonuyla. Bu adamın seni
şizofreniye itmeye çalıştığı çok açık. Dolayısıyla hafifletici sebeplerin var.
Ben, bu dosyayı bir şekilde kapatırım, lakin bu olanları kanıtlayabilir misin ?
Bu kez Ergin ‘Kanıtlamak mı ? Ohhhhh....aaa’ diye içlendi.
- Kanıtlayamam amirim, ama şahit gösterebilirim isterseniz.
Hippi Efendi var bizim, o benim bütün bunları yapmış olamayacağıma şahitlik
edecektir.
- Hmmm, dedi Hulusi Kentmen, iyi, yarın getir o Hippi Efendi’yi,
bir konuşalım.
- Amirim, sizin rüyanızda mı buluşalım, benimkine zahmet
eder misiniz ?
- Yok, yok, yine burada, Hippi Efendi’nin rüyasında
buluşalım. Malum evrak işleri, rüyalar arasında yazışmalar vakit alabiliyor.
Peki, çıkabilirsin Ergin.
Ergin tam çıkmak üzereydi ki, Hulusi Kentmen, ‘Yahu’ bu
delibozuk az kalsın Hugo’yu da senin üzerine yıkacakmış.’ dedi ve ‘ Hoh hoh hooo...’ diye babacan bir kahkaha patlattı.
-Victor Hugo mu komiserim?
-Yok be evladım. Gerçi bizim zamanımızda yoktu ama, o garip
çocuk oyunu Hugo’yu televizyonda senin seslendirmiş olduğunu da iddia etse
şaşırmam artık.
Ergin komiserin odasından dışarı çıktı. ‘Bizim zamanımızda yoktu’ cümlesini kafasının içinde evirip
çevirirken ‘Hugo ne ya, hay ben Hugo’nun
ta....’ diye söylendi. ‘Ne biçim bir
şeye bulaştırdın beni Hippi Efendi? ‘Hay ben senin de ta...’ diye kendi kendine
konuşarak Kemeraltı’nın sokaklarında
gözden kayboldu.
Yazarın notu. Hiç bir hikaye, gerçekler kadar şaşırtıcı olamaz.