25 Kasım 2014 Salı

İsmiyle Müsemma


İsim koymak ne zor iştir. Çocuğuna, şirketine, yeni kurduğun müzik grubuna, kedine, köpeğine. Bir bebeğe ad koyabilmek için günlerce düşünüldüğü olur, bir çok seçenek arasından onun müstakbel, muhayyel ve müstesna kişiliğini birebir yansıtacağı umulan bir sözcükte karar kılınır. Sözcük diyorum, çünkü bazen bu adın alışıldık ya da anlamlı olması bile gerekmez.
28 Ağustos'ta arkadaşlarım Deniz ve Ali'nin bir kızları oldu. Minik Güneş, bu ismi alabilmek için bir hafta kadar beklemek zorunda kaldı. İsimsiz geçirdiği bu sürede kendisine, garip hareketlerimize eşlik eden garip sesler çıkararak hitap etmek zorunda kaldık. Ben kendi adıma isim konana kadar geçen sürede kurdeşen döktüm. Acaba arkadaşlarım anne baba olmanın mutluluğuna karışan yorgunluk yüzünden sağduyularını kaybedip çocuğa ileride lanet edeceği saçma sapan bir isim verebilirler miydi? Neyse ki korkulan olmadı ve bebek Güneş adını aldı. Sağlıkla büyüsün.
Arkadaşım Ümit Kıvanç'ın Yalnız Olmuyor adlı romanında şöyle bir bölüm vardır.
'' Binamıza isim bulmak diye bir mesele çıkmıştı.Bazılarımız buna gerek olmadığını düşünüyordu ama çoğunluk, 'apartmana esprili bir ad taksak fena mı olur'a yatkındı.
Ben, 'Bina Can olsun.' dedim. Nesrin 'Aşkolsun.' dedi. 'Suna Can duysa nasıl darılır sana. Lafı ağzına tıkadım. 'Yahu kızın ne kabahati var! Ana babalar münasebetsizse...' ''
Her çağın yükselen değeri olan isimler vardır. Bunda bir tuhaflık yok ama, seksenlerden sonra anne babaların gerçekten münasebetsizleşmekte sınırları zorladığı bir döneme girdik. Ne abuk subuk isimler konuldu o masum sabilere. İnsanoğlu herşeye karşı alılşkanlık kazanmakla malül olduğu için - kimi zaman bu özellik bir hediyedir, o ayrı bir konu - çocuklar da bu tuhaf isimlere kullandıkça alıştılar. Toplum olarak alıştık bu zulüme. Ama insanları çocuklarına böyle zulüm etmeye zorlayan şeyi hep merak ettim.
Öyle garip heceleri bir araya getirdiler ki, o ismi söyleyebilmek için yüzümüzde çok az kullandığımız bazı kasları çalıştırmak zorunda kaldık. Ağzımızı yüzümüzü garip şekillere sokmadan telaffuz edilmesi mümkün olmayan isimlerle boğuştuk.
Bunu bize neden yaptınız? Farklı olsun diye kendi isimlerinizin ilk hecelerini bile birleştirip çocuğa takmaktan çekinmediniz. Neyse ki bu küçük cinnetinizin anaforuna kapılmayan, sağlam durabilen sağduyulu bir kesim hep var oldu. Yoksa Süleyman - Fatma çiftinin oğulları Sülfat, askerde teftiş sırasında komutanına künyesini bu şekilde haykıracak, askerliğin kendine özgü ağırlığını ve ciddiyetini tehdit edecekti. Tahir Bey ve Piraye Hanımın oğulları Tapir, Karıncayiyen ve Tapir'i başlangıçta aynı hayvan zannnetme hatasını yapacağı kesin gibi olduğundan, çocukluğu boyunca burnunu karınca yuvalarına sokma isteği duymasının nedenini asla bilemeyecek ve kendini suçlayıp duracaktı.
Bir dostum anlatmıştı. Sarışın, pehlivan gibi güçlü, kuvvetli bir arkadaşı varmış. Adı Sansar'mış. Adıyla da müthiş gururlanırmış. Yemin billah anlatıyordu. Bu Sansar'ın babası avcıymış ve sansarları çok severmiş. Çocuğu olunca da adını Sansar koymuş. Nüfus memuru bu ismi kabul etmeyince olay çıkarmış. 'Aslan oluyor, Kartal oluyor, Şahin oluyor, Sansar neden olmasın?' demiş. Nüfus memuru bu tezin sağlamlığı karşısında yenik düşmüş.
Ceylan olur mesela ama Antilop kabul görmez. (Yeteri kadar pişmemiş yumurtayı çağrıştırdığı için belki de.)
Rahmetli babamın tanıdığı Fincan adında bir hanım varmış. Yıllar sonra soyadı Bardak olan bir adamla evlenmiş. Fincan Bardak teyze. Yaşıyorsa Allah selamet versin.
Yıllar önce zamanın Muğla valisinin böyle garip isimleri topladığını okumuştum gazetede. Jandarma, Traktör gibi isimlere bile rastlamıştım.
Dedim ya, bu zorlamaların altında çocuğa öyle bir isim koyalım ki, hem onu farklı kılsın, hem de çok görkemli bir isim olsun, düşüncesi de var. Eskilerin 'ismi ile müsemma' tabir ettiği, ismin anlamı ile kişilik özelliklerinin uyumlu olması beklentisi de önemli bir konu tabii ama bu beklentinin gerçekleşmesinin asla bir garantisi yok. Doğru yöntem, Kızılderililerin ya da Oğuz Türkleri'nin yaptığı gibi  çocuğa ad koymamak ve kendi adını hakedecek bir şey yapmasını beklemek belki de.
Hepimizin karşılaştığı trajik tezatlar olmuştur. Çocuğun adını Taylan koyuyorsun, ki uzun boylu, güzel, kibar gibi anlamları var, otuz sene sonra bir bakıyorsun, Taylan projesi çökmüş. Karşında, Allahın gücüne gitmesin, cücük gibi, kaba saba bir adam duruyor. E hani Taylan'dı bu, olmadı işte, olamadı, ne yapsın... Evlat olsa sevilmez derler ya, ben ona inanmıyorum, anasının gözünde Taylan, Michelangelo'nun Davut'udur.
Pintilikten umumi tuvalete gitmeyip prostatı eline alan Cömert'ler, adı Zarife olup hamur işi yemekten yüz elli kilo olan ablalar, adı Mert ya da Yiğit olan entrikacılar, bu örnekler saymakla bitmez. Lisede bir Zeki vardı bizim. Yirmi dört yaşındaydı. Mezun olamıyordu ama inatla okuyordu. Mesela onun adı Azmi falan olmalıydı. Zeki değil.
Kardeşlerden birine Savaş, diğerine Barış adını koyup ismiyle müsemma olmalarını bekleyen babalar var. Bu adama kişilik bölünmesi teşhisini şak diye koyarım ben, psikolog olmaya gerek yok bunun için.
Bob Dylan'ın şarkısı geliyor aklıma. 'Man gave names to all the animals, in the beginning...' İnsanoğlu tüm hayvanlara bir isim verdi, çıkardıkları seslere , fiziksel özelliklerine uygun, ve bunlarla kafiyeli, tınısı olan isimler. Sonra bir sığırın vücut haritasını çıkarıp, her bölgeden çıkarılan ete de ayrı bir isim verdiler. Antrikot, kontrfile, nuar... Neden? Medeni olmak bunu gerektiriyor, ondan. Bir pazar günü hayvanat bahçesini gezen çekirdek aile, tatil günü keyfini bir restoranda akşam yemeği ile taçlandıracak. Baba siparişleri verecek. Kırmızı şarap, hanıma ve kendisine mantar soslu kontrfile, çocuklara duble hamburger ve kola. Parçalanmış hayvan eti getirin, demekten çok daha medeni. Böylece çocuklar da, az önce hayvanat bahçesinde sevgiyle sarılıp öptükleri, sarmaş dolaş oldukları, Boncuk diye isim taktıkları kuzuların, buzağıların şu anda tabaklarında duran yuvarlak ekmeklerin arasına yerleştirildiğini bilmeyecekler. Hamburgerin Almanya'da ağaçlarda yetiştiğini düşünecekler. 'Boncuğunu bitir bakayım, arkandan ağlar sonra...' İsim vermek, medeni olmaktır.
Başlangıçtaki konumuza geri dönelim, evet biliyorum, daha döllenme sürecinde başlayan acımasız bir yarış var. Ve o yarış ana okulundan, kariyer sürecine kadar, hatta ömür boyu devam ediyor. İstiyoruz ki çocuk, o çok farklı olan ismiyle diğerlerinden ayrılıp bir adım öne geçsin. Daha başlangıçta çocuğu acımasız rekabet kodlarıyla donatıveriyoruz. Diğer herkesi rakibi gibi gören bu çocuğa dayanışma diye bir şey olduğunu, kişiliği olan bir bireyle bireyci bir kişi arasındaki farkı nasıl anlatacağız? Tamam, o farklı, saçma sapan ismiyle çocuk aradan sıyrıldı ama bu işler öyle yürümüyor, Erdoğan amca, Nezahat teyze, size diyorum. Çocuk sıfatıyla değil fiiliyle var olacaktır. Okuyacak, öğrenecek, üretecek ve eylemiyle var edecektir kendini. Yoksa o alengirli ismiyle değil.
Şimdilik bitti ama sanki devam edecek gibi...
Yazan: Hippi Efendi
25 Kasım 2014