4 Mart 2013 Pazartesi



TROMPET LANETİ veyahut KÖKLÜ BİR AİLENİN BİR NEFESTE ÇÖKÜŞÜ
Al takke ver külah çevirerek günümüze uyarlayan
Tansu M. Gülaydın

‘Ne ağlarsın benim zülfü siyahım, bu da gelir, bu da geçer ağlama.’ Bu ezgiyi dört (4) yaşında, önünde nota olmadan, hatta nota bilmeden çıkarttığında, dedesi Borazancıbaşı Celil Bey, trompet aletinde peşrev olmaz diyerek konuyu geçiştirivermişti. Celil Bey, aileye ikinci bir trompetçinin gelişini müjdeleyen bu icrayı görmezden gelerek, torunu Ergin’i oyun dışı bırakmaya çalışıyordu, ama, nafile.

Aile dededen trompetçiydi. Celil Bey’in babası da, trompet vasıtası ile hayat gailesinden kurtulma çabaları içine girmiş, cep harçlığından artırarak aldığı bu (resimde görülen) eski posteri odasının duvarına asmıştı. O dönemde, ‘Duvarda bir trompet asılıysa, o trompet elbet birgün öter’ sözünü şiar edinmiş, gerçek bir trompeti eline alacağı günü heyecanla beklemeye başlamıştı. Nitekim, günler aylar sonra beklenen an gelmiş, binbir zorlukla alınan trompet, dedenin ellerinde nefes bulmuştu. Kendisi trompetine kavuştuğu günü şöyle nakleder:

‘Sabah namazını müteakip, annemin hazırladığı tahin pekmezli kahvaltıyı henüz tamamlamıştım. Babam, bendeki heyecanı farketmiş olacak ki, kahvaltıdan hışımla kalktı.’ Hanım’, diye seslendi. Biz bu oğlanı, sokaklarda borazan çalsın diye mi büyüttük, ailede bir kişinin nefesli çalması kafidir. Yaylılara, vurmalılara niçün meyletmiyor bu mazarat, düşün ki, bundaki meyil, sonraki nesillere de sirayet edecek, aile hepten borazancı kalacak, ben isteyerek mi çalıyorum bu mereti, bana da babamdan kalmış bu istidat. DNA’mıza işlemiş bu lekeyi bir yerde kırmak lazım gelir. Hanım, sana son kez söylüyorum, ya bu evlad bu sevdadan vazgeçer veyahut ben bundan sonraki ömrümü Çelik Üçgen çalarak geçiririm, diyerek kapıyı çarptı çıktı. Senelerdir trompet çalarak aileyi geçindiren babamın, bir anda vurmalılara geçme kararı alması, hele hele bu kararın Çelik Üçgen enstrumanında vücud bulması  aile için büyük bir risk idi. Annem blöfü gördü. Beni trompet sevdasından vazgeçirmeye çalıştı ama, nafile. Babam, sonraki günlerini Çelik Üçgen çalarak, nice büyük eserin içinde, kimi zaman bir ‘tinnnn’, kimi zaman sadece bir ‘minnn’sesi çıkararak, içindeki sanatçı kişiliği yaşadığı topluma transfer edemeden öldü.’
Babasının silik bir kişilik olarak bu dünyadan göçüp gitmesi travmatik bir etki yaratmıştı Celil Bey’de. Trompet ile harikalar yaratacak potansiyeli olmasına karşın, kendi oğlunu (Ergin’in babası) mahalledeki sobacının yanına çırak verdi. Ailenin üzerine kara bir nefes gibi çökmüş olan nefesli lanetini kırmıştı kendisine göre ama, gensel aktarım mola vermeyecekti. İstidat, bu kez toruna nakil olacak, velhasıl, kabus bitmeyecekti. Aile tarihine kazınmış bu kader yıllarca kahretti Celil Bey’i. Sigara üstüne sigara tüketti senelerce. Yakalandığı KOAH hastalığı, Celil Bey’i bir süre trompet meretinden uzak tuttu ama, asri tıbbın bütün imkanları kullanılarak yapılan tedavi müsbet netice verdi. Sobacıya çırak olarak verilen oğul, ve onun oğlu Ergin, Celil Bey’in kimi zaman mahalle düğünlerinde, kimi zaman Ajda Pekkan’ın arkasında, kimi zaman İstanbul Gelişim Orkestrası’nda, kimi zaman Montreal Caz festivallerinde trompet çalarak kazandığı paralarla büyütüldü. Sanatla geçen yıllara rağmen Celil Bey, ailenin üzerindeki bu kara nefesten her an rahatsız olmuş, babadan oğula geçen bu istidatın hiç olmazsa bu torunda (Ergin’de) vücud bulmamasını istemişti, ama, nafile. İşte, Ergin de bir nefeste, daha önce duyması mümkün olmayan bir ezgiyi bir batında çıkarıvermiş, lanetin sürdüğü gerçeğini Celil Bey’in yorgun yüzüne şaklatıvermişti.
Aileden gizleyerek katıldığı okul bandosunda kısa sürede sivrilmişti Ergin. Basit ritmler, ‘Beş para ver beş para ver, beş para yoksa on para ver’ dünyası kesmiyordu Ergin’i. Bir 23 Nisan günü, çocukların başbakan koltuğuna oturması misali kendisine tanınan, ‘Eric Truffaz yerine Babylon’da konser verme’ fırsatını iyi değerlendirdi. Konserde sergilediği emprovize girişimler, 8-10 yaş arasındaki seyirciyi, ‘Bir tünyaa birakin, biz cucuklaaara’ seviyesinden ‘Traumatic Times vs. Trumpethic Sessions’ seviyesine savuruvermiş, Ergin’e, hayranlarıyla birlikte büyüyen ilk trompetçi unvanını kazandırmıştı.
Trompetçi Ergin Karabulut bugün, aile üzerindeki bu lanetten kurtulma gayreti içinde yaşamını sürdürüyor. Ergin Karabulut, Ney enstrumanına yönelerek aileiçi gensel aktarıma son vereceğini düşünüyor, ama, nafile.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder