9 Mayıs 2011 Pazartesi

Dersu Uzala'nın gizemli macerası (İki bölüm, tekmili birden...)


Akira Kurosawa'nın Dersu Uzala adlı muhteşem filmini cümle içinde kullanalım, adamı filmi çektiğine pişman edelim, biz de bir daha cümle içine çıkamayalım. Hadi bakalım.

(Birinci bölüm)

Akira, iş bulma umuduyla Tokyo’daki bir sake barına gelir. Barın sahibi ulu bir kişidir. Akira’yı beğenir. ‘’ Bara son günlerde çok kro dadandı, Akira kapıda dura, gelen kroları başımızdan sava.’’ buyurur. Genç Akira, bu işi çok iyi kıvırır ve Akira Kurosawa adını hakederek camiada nam salar.Günlerden bir gün bunun köylüsü olan Dersu adında yaşlı bir kro bara gelir. Akira hemşehrisini kıramaz ve ona birkaç sake ısmarlar. Bedava içkiyi bulan Dersu, sakeleri ardı ardına Agop’un kazı gibi yutup zurna gibi olur. Barda yapmadığı hayvanlık kalmaz. İşi çözmek, Akira’ya düşer. ‘’ Dersu, yeter içtiğin, hadi uza ‘’ diye bağırır. Dersu direnir. Akira bağırır. ‘’ Hadi uza buradan, Dersu, uza la ! ‘’ Soyadı kanunu çıkınca Dersu da çok zengin olduğu bu günün anısına Dersu Uzala adını alacaktır.
Dersu bardan çıkmamakta diretince, Akira kapının girişinde Japon harfleriyle yazılı olan tabelayı gösterir. Dersu ‘’ Ben, sadece Latin harflerini okuyabiliyorum, ne yazıyor ki orada ? ‘’ diyerek Akira’yı iyice tahrik eder. Akira da ‘’ Ne mi yazıyor? Bunu yazan Wang Yu , okuyana fak yu ‘’ diye bağırıp, tezgahın altından çıkardığı odunla Dersu’ya girişir. O hengamede Dersu’nun kolu kırılır.
Dersu derhal iki ay iş göremez raporu alır ve Tokyo’nun en iyi avukatlarından birini tutarak barı mahkemeye verir. Tazminat davası sonunda 10 milyon Yen almaya hak kazanır ve kalan hayatını Yen içinde yüzerek geçirir. Evet, Dersu’nun belki kolu kırılmıştır ama, bunun karşılığında da Yen içinde kalmıştır. Senaryonun önermesi de budur zaten . Kol kırılır , yen içinde kalır.

(İkinci bölüm)

‘’Eee, Özses’’, dedi Herr Müller, ‘’ Dersu hakkında başka bir bilgiye ulaşabildiniz mi? ‘’ Müller, Uzakdoğu uzmanı olan bir profesördü ve çalışmalarımı duymuş, kalkıp İzmir’e gelmişti.
‘’Kaç yıl geçti o davanın üzerinden?‘’
‘’Fünf’’
‘’Beş yıl mı, oldu mu o kadar?’’
‘’Size söylemedim’’ dedim, ‘’Gözlüğümdeki tozu üflüyordum, fünf , füünffff, hah şimdi oldu.
Geçenlerde iki Japon konuğum vardı. Aynı konuda bilgime başvurmak için geldiler. Sağ ellerinden birbirlerine yapışmışlardı. Nedenini sorduğumda, Dersu Uzala hakkındaki araştırmalarında belli bir noktada tıkandıklarını, sonra internetteki yazımı görüp çok sevindiklerini ve ‘’give me five’’ yaptıklarını, ancak o esnada uçak maketiyle uğraşmakta olan bir tanesinin elinde japon yapıştırıcı olduğunu ve öylece yapışıp kaldıklarını, zaman kaybetmemek için cerrahi operasyonu erteleyip hemen bana geldiklerini anlattılar.
‘’Demek ‘’çak ‘’ yaptınız ‘’ dedim. ‘’Ama siz Japonlar bunu yapmazsınız, birbirinizi zarifçe başınızla selamlarsınız. Kendi gelenek ve ritüellerini terk edip taklitlere yönelmenin böyle hazin sonuçları oluyor işte’’ diye ekledim. Çok utandılar. Derhal geleneksel yöntemlere dönüş yaparak duvarımda asılı duran Hattori Hanzo’yu almaya ve harakiri yapmaya yeltendiler. Takdir edersiniz ki, sağ ellerinden yapışık iki kişinin bu işi yapması, teknik olarak da o kadar kolay değildi.
‘’Ne harakirisi, hanzoluk yapmayın, oturun ve anlatacaklarımı dinleyin’’ diyerek bu ikisini kütüphanenin solundaki ikili kanepeye oturttum.Biraz daha sakinleşmişlerdi ve dinlemeye hazırdılar artık.
Harakiri dediniz de, ben de tam bundan bahsetmek üzereydim. Dersu, davadan kazandığı tazminatı iki ayda geyşalara ve at yarışlarına gömüp beş parasız kaldı. Son kupon da yatınca, üzgün ve yorgun adımlarla Osaka hipodromundan çıkarken sırtına bir el dokundu ve ona reddedemeyeceği bir teklif yaptı. Hara kiri uzmanı olacaktı.’’
‘’ Teklifi yapan kimmiş? ‘’ diye atıldı Japonlar, ‘’CSI Osaka ajanıydı herhalde..’’
‘’Ne Siesayı, adam Osaka haralarında seyismiş, bildiğin seyis. Hara kirini, yani at dışkılarını temizleyecek birine ihtiyaç varmış, Dersu da memnuniyetle kabul edip hara kiri uzmanı olmuş.’’
‘’İşte böyle Herr Müller, yapışık Japonların merakını giderdim ve onları hastaneye yolladım.’’
Herr Müller’in yüzünde tatmin olmamış bir ifade vardı.
‘’ Bana pek mantıklı gelmedi, Peki sonra ne olmuş? ‘’
‘’Achtung! ‘’ diye bağırdım. Herr Müller tam çay fincanına uzanmıştı ki endişeyle duraksadı. ‘’Neye dikkat edeyim, yoksa fincan aile yadigarı mı?’’ diye sordu.
‘’Size demedim, boğazımı temizliyordum. Achtung, eaaaccchhhtung. Hmmm, şimdi oldu. Evet, nerede kalmıştık?
Dersu , artık işine dört elle sarılmış ve hara kiri uzmanı olmuştu. Ama bir sağlık sorunuyla karşılaştı. Hara kiri, elimin kiri deyip geçemezsiniz, eldiven kullanmalısınız. Nasılsa uzman oldum diye havaya giren Dersu, bir anlık dikkatsizlikle çıplak elle çalışınca enfeksiyon kaptı, avucunun tam ortası iltihaplandı. Doktor teşhisi koymakta zorlanmadı. ‘’Aya irini bu ‘’ dedi, ‘’Bildiğin avuç içi iltihabı yani’’
‘’ Ne; Aya İrini mi!??’’ Dersu korkuya kapıldı.
Doktor başka bir rahatsızlığı olup olmadığını sorduğunda biraz sıkılarak, ‘’Kabızım doktor’’ dedi. ‘’Kakam adeta taş gibi’’
Doktor, ‘’Numune alıp Houston’a yollayacağız’’ dedi. ‘’Tahlilleri burada yapamıyoruz.’’
Tahlil sonuçları gecikince, doktor Houston’daki laboratuvara acil bir e-mail yolladı.
''Houston, yolladığımız taş örneklerini incelediniz mi? Lütfen sonucu bildirin.’’
Birkaç gün sonra sonuçlar Osaka’ya ulaştı. Doktor endişe ile bekleyen Dersu’ya ‘Korkulacak bir şey yok , brovnşit olmuşsun, ve sıradan bir kabızlık da var tabii.’’
‘’Ne , bronşit mi, ama ciğerlerimden sıkıntım yok ki doktor.’’
‘’Bronşit değil, brovnşit. Brown shit şeklinde yazılır ve insanların yüzde doksan dokuzunda yaygın olarak görülür. Tedavi gerektirmez. ‘’
Herr Müller boş boş yüzüme baktı. ‘’Hiç mantıklı değil Gökhan Özses’’ dedi, ‘’Orantısız hayal gücü kullanıyorsunuz.’’
‘’Rahatlayın Herr Müller’’ dedim, ‘’Onu kullanabildiğim için şu an karşımda oturabiliyorsunuz, benim hayal gücüm sizin varlık nedeniniz.’’
‘’Bakın bu gayet mantıklı’’ dedi Herr Müller düşünceleri kafasının içinde evirip çevirirken. ‘’Dersu’ya dönelim. Hala Osaka’da mı yaşıyor? ‘’
‘’Hayır, kendisi birkaç aydır İstanbul’da. Veli Efendi Hipodromu’nda iş bulmuş ve keyfi yerindeymiş. Yeri gelmişken , Herr Müller, orası ile de ilgili bir projem var. Veli Efendi Hipodromunun ismini Hipi Efendi Velodromu olarak değiştirerek, bisiklet yarışlarını da orada yapabiliriz. Bunun için tabeladaki heceleri değiştirmek ve Veli Efendinin resmine birkaç rötuş yeterli olacak. Kafasına bir bandana , kulağının arkasına bir çiçek ve iri bir ‘’peace’’ madalyonu.
‘’Ne diyorsunuz kuzum siz? Kesinlikle mantık dışı. Altyapı aynı kalıyor ve sadece hecelerin yeri değişiyor. Bu bakışla örneğin Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bünyesinde Tırrahpaşa Cep Fakültesi'ni kurmak da mümkün.’’
‘’Bakın ne güzel kavradınız meseleyi. Kesinlikle katılıyorum. İletişim Yayınları’nın cep üniversitesi serisi vardı. Cep fakültesi neden olmasın. Tırrahpaşa da gayet oturaklı, tınısı olan bir isim. İş, bir GSM şirketiyle anlaşmaya kalıyor. Wunderbar Herr Müller.’’
Herr Müller’in öfkelenmeye başladığını seziyordum. ‘’Pekala Özses’’ diye homurdandı. ‘’Türkçe’den Japonca’ya ve Almanca’ya kadar her kelimeye bir kulp taktınız. Japonya uçağına iki saatim kaldı. Başka söyleyeceğiniz bir şey yoksa.....’’
‘’Komikaze’’ diye atıldım, ‘’Japonya uçağı deyince siz,..’’
Herr Müller, soru soran gözlerle bakınca devam ettim.
‘’O faciayı hatırlıyor musunuz? 1941 yılında, Erdil Yaşaroğlu komutasındaki binlerce Komikaze, Pearl Harbor’a baskın yapmış, limanda bekleyen Amerikan donanmasındaki gemilerin üzerine karikatür yağdırmışlardı. Amaç, Amerikan askerini gülmekten öldürmekti.’’
Herr Müller, inanmadığı ses tonundan belli bir edayla devam etmemi istedi. ‘’Eee, sonuç ??’’
‘’ Sonuç Japonlar açısından hüsran oldu. Çünkü harekatı planlayanlar, Amerikan askerinin mizah duygusundan yoksun olduğunu hesaplayamamışlardı. Denizciler, Japon uçaklarından yağan karikatürlere öküz gibi bakıp, gündelik işlerine geri döndüler.’’
‘’NEİN , NEİN !! Ne yapıyorsunuz ? Kesinlikle mantık yok burada Özses.’’
Gülümseyerek Herr Müller’e baktım. ‘’Öykümüzün önermesi de bu zaten dostum’’ dedim. ‘’Askerliğin başladığı yerde mantık biter...’’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder